ESPERE
|
|||||||||||||||
|
Sevdigin kadar sevilirsin...
Yağmur yağıyordu kentin üstüne, akşamın alaca karanlığında. Ne yağmura aldırıyordu karla karışık, ne de derisini ısırarak canını yakan soğuğa... "Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır / Yarım kalan bir şiir belki de..." Çok severdi bu siiri. Evinin salonunun duvarında da asılıydı. Şiir, karanlık ve soğuk... Saatlerdir anlamsız ve amaçsızca dolanıyordu sokaklarda, onu arıyordu. Aramalarına yanıt alamıyordu aslında. Telefonu yanıt vermiyor, tanıdık sokaklarda geziniyordu bu nedenle. Tüm dikkatini gelip geçenlere vermiş, ola ki rastlarım umuduyla hiç bir yüzü, burnu, gözleri, montu, kabanı, rengi siyah olan hiç bir saçı kaçırmak istemiyordu. Başı dönmeye baslamıştı akıp giden insan trafiğini, içindeki detayları yakalamaya çalışarak izlerken. En az yirmi tur attı, itiyle, kopuğuyla, aşığıyla, ayyaşıyla rengarenk akan istiklal Caddesi'nde... "İstanbul, ah İstanbul..." Kendi kendisine söyleniyordu. Kaybolup gitmişti kentin içinde, onun gibi. Yapayalnız hissediyordu kendisini. Sırra kadem basmıştı. Yoktu. Nereye gittiyse, nerelere baktıysa bulamıyordu onu. Son çare sokaklara vurmuştu kendisini. İnanılmaz bir açlık, dayanılmaz bir özlem, karşı konulmaz bir duygu seliydi onu saatlerdir sokak sokak dolaştıran. Uyuyamıyordu artık. İşine veremiyordu kendisini. Kötü rüyalar görüyordu sürekli. İşkenceler, gözaltılar, küfürler, tekme-tokat uyanıyordu uykusundan. Hem de her gece... Sonra sigara yüklü saatler başlıyordu, uykusuz. Küçücük evinde attığı voltalar evi daha da küçültüyor, kendi kozasını örüyordu içine kapandığı hücresinde. Üşüdü... Her zamanki bara attı kendisini. Bir cin tonik söyledi. Arka arkaya devrilen kadehlerle çakır keyif sınırını geçmişti yine. Kimseyle ilgilendiği yoktu. Arada bir omuzuna, sırtına dokunup selam verenleri yalancı gülücüklerle selamlıyor, beyninde giderek büyüyen uğultuyu bastırmaya çalışıyordu. Ağlamak istiyordu... Yapamadı, kalktı. Boğaz Köprüsü, trafik, korna sesleri... Camları silmeye çalışan çocuklar, onları azarlayan kodamanlar... Yağmura rağmen ellerindeki gülleri, karanfilleri arabalardakilere satmaya çalışan çingen kızları ve kağıt helvacılar yaşamın taa içinden tokatlamışlardı onu. Yanında sevgilisiyle sarmaş dolaş oturan ve memleketteki annesiyle konuşup "Aksaray'dayım anneciğim"diye yalan söyleyen genç kız, aşağıda rengarenk ışıklarıyla Ortaköy ve boğazın karanlık sularına dalıp gitti. Ağlamaya başladı. Kendisine hakim olamıyordu. Başını cama yasladı. Sessizce, öylesine, derinden... Gözyaşı damlaları yanağından süzülüp dudağının kenarında tuzlu, kekremsi bir tat bırakıp aşağıya doğru yollarına devam ediyorlardı. Çok özlemişti. Bunu biliyordu. Sesini duymak istiyordu. Ansızın gelen ve aynı ansızlık içinde çekip gideneydi gözyaşları. Ve sormak istiyordu bu ansızlığın nedenini. Ne eve gitmek istiyordu ne de sokaklarda dolaşmak. Ne otumak istiyordu ne de yürümek. Birini yapsa, diğerini istiyordu içi. Paltosunun iç cebindeki dergiyi çıkarttı. Kaldırımın kenarındaki duvara yaslandı ve anlamsızca karıştırmaya başladı sayfaları. O anki durumunu destekleyecek, ruh haline uygun düşücek bir şeyler arıyordu. "Her şey sende gizli..." başlığında takıldı kaldı... Uzun süre boş boş baktı şiirin başlığına; "Her şey sende gizli..." "...Sevdiğin kadardır ömrün / Gülebildiğin kadar mutlusun / Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin / Sakın bitti sanma herşeyi, sevdiğin kadar sevileceksin.../ Saat gece yarısını geçmişti çoktan. Ayakları onu, aylardır kaldırımlarındaki her taşını ezberlediği sokağa sürükledi. Üşümüştü. Soğuğu iliklerinde hissetti bir an. Bir sigara yaktı, kafasını kaldırdı. Dondu kaldı. Kapıdaydı... Apartmanın girişindeki çardağın altında cep telefonu ile konuşuyordu. Şaşırdı, heyecanlandı... Ateş basmıştı boynundan yukarısını. Korkuyla ilerdeki minübüsün arkasına saklandı. O muydu? Hayal mi görüyordu yoksa? (Sürecek) (Espere: Kuzey Yıldızı)
|
|